İlkokulun 3. sınıfına gidiyordum. Öğretmenimizi, okulumuzu ve arkadaşlarımı çok seviyordum; 15 gündür hastalık sebebiyle devamsızlık yapma durumunda kalışım beni çok üzüyordu. Bir sabah, dayanamayıp okula kaçtım. “Okula kaçmak” belki ilk defa benim kullandığım bir tabirdir; genellikle okuldan kaçılır çünkü. Giyindim, okula yöneldim. Müstahdemler beni çok severdi, hemen kapıyı açtılar, sarıldılar. Sınıfa çıktım. Öğretmenimiz fırlayıp beni kucakladı, başımı göğsüne bastırdı. “Evden kaçıp geldim” demiştim. O ağlar ben ağlarım… Beni biraz teselli ettikten sonra, sınıfını bıraktı ve elimden tutarak beni evime getirdi.
En önemli tarihçilerimizden birisi olan Kemal H. Karpat Hoca, Neşe Düzel'e verdiği röportajda çok önemli tarihi tespitler yapıp günümüzün analizini yapıyor. Bu söyleşide özellikle Ulus devletlerin geleceği, Türkler ile Yahudilerin tarih boyunca iyi anlaşma sebepleri ve ülkemizin ana meselesi ile önemli değerlendirmeler var.
Aşağıda bir bölümünü alıyorum:
...
1912-13 Balkan Savaşı sonunda, Yunanistan Makedonya’nın güneyini aldı. Merkezi Selanik’te olan bu bölgenin halkının ekseriyeti Slavdı yani Bulgardı. Yunanistan bu bölgeyi Rumlaştırmak için Anadolu’dan Rumları çekmeye başladı. İttihat ve Terakki Hükümeti’yle nüfus mübadelesini konuştu. Nihayet 1926’da mübadele gerçekleşti ve din esas alındı.
...
1949’da Türkiye İsrail’i tanıdığında Müslüman dünyası şok oldu. Oysa 6. ve 8. yüzyıllarda Hazarlar denilen büyük Türk topluluğunun Museviliği kabul ettiği ve Ukrayna’nın da bir kısmını alarak Rusya’nın güneyinde bir imparatorluk kurmuş olduklarını bilseler daha çok şaşırırlardı. Türkçe konuşan Hazarlar, Avrasya tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Türklerin Museviliğe yönelik ilgisinin geçmişte başka örnekleri de var. Mesela Türkler neden Museviliğe yakınlık gösterdi ve gösteriyor?
Tek tanrılı dinlerin ortaya çıkmasından beş bin yıl kadar önce, Orta Asya’da yaşayan Türk kabileleri tanrı veya tengri diye eşi benzeri olmayan yüce bir yaratıcı kavramı geliştirmişlerdi. Türkler, karşılaştıkları Yahudilerin benimsedikleri İbrahimi tanrı anlayışıyla kendilerinin geliştirdiği tanrı kavramının benzer olduğunu gördüler. ‘Aynı tanrıya ve kitaba inanıyoruz. Demek ki inancımız gereği kardeşiz’ diye düşündüler. Bu tarihsel olgu Osmanlı İmparatorluğu’nda ve Cumhuriyet döneminde de doğrulandı... Türkler İslamiyet’e tek tanrı anlayışı nedeniyle çok rahat girdi. Eğer senin kültüründe tek tanrı anlayışı varsa, o zaman şekillenmiş dinlerle karşılaştığında bunları çok daha rahat alabiliyorsun.
...
Ulus-devlet siyasi maskesi ve hırsları geniş çapta törpülenerek devam edecek. Yani ulus-devlet bir kültür devleti olacak. Bu kültür devleti, kendi diline ve geleneğine sarılacak ama kendisinden olmayanların haklarını da tanıyacak. Geçmişte dünyaya bunun örneğini Osmanlı imparatorluğu verdi. Geleceğin kültür devleti, Osmanlı örneğindeki gibi davranacak, kültürlere hâkim olmayacak. Ben Osmanlı’nın dirilmesini savunan biri değilim ama küreselleşmenin en iyi modeli o. Herkesi rahat bırakmış ama hepsinin tepesinde bir şemsiye gibi durarak onları korumuş. İnsanları, kendi geçimini sağlayacak kadar sömürmüş. Osmanlı’da bir aristokrat sınıf yetişmemiş.
...
(Ülkenin) Ana mesele yüz senelik bir idareci grubunun yerine daha demokratik bir idare getirmektir. Onların yarattığı ideolojiyi daha demokratik bir ideolojiyle değiştirmektir. Yeni bir devletin kurulması için bir süre için sert bir idare gerekiyordu diyorlar. Hayır, böyle sert bir idareye ihtiyaç yoktu. Çünkü Türkiye Cumhuriyeti yüz sene evvelden Osmanlı devletinin hazırladığı demokratik temeller üzerine oturtuldu.
Modernleşmeyi ithal ediyorsunuz, hadi yaptım diyorsunuz ama hiç te beklediğiniz gibi olmuyor. Hiç beklenmeyen sonuçları var modernleşmenin. Bu da sosyolojinin en klasik derslerinden biridir. Siz aktör veya devlet, işçi sınıfı ya da herhangi bir birey olarak ne yaparsanız yapın, sonuçların ille de istediğiniz ya da düşündüğünüz gibi olacağını garantileyemezsiniz. Tam tersine, sizin dışınızda başka aktörler olduğu için sizin elde etmek istediğiniz sonuç hiçbir zaman tam istediğiniz sonuç olmaz. Başka sonuçlar, başka durumlar ortaya çıkar ve bunlar hiçbir aktörün beklemediği sonuçlardır aslında. Ya da hocam Alain Touraine’in ifadesiyle, toplumsal aktörler tarih yazdıklarını düşünürler ama yazılan tarih, onların hayal ettikleri, yazdıklarını düşündükleri tarih değildir.
Herkesin anlayabileceği bir dil ve anlatımla Ferhat Kentel, modernizmin tarihini, modernizmin Türkiye’deki serüvenini ve bununla beraber ortaya çıkan aktörleri bir güzel özetliyor. Özellikle ortaya koyduğu örnekler ve yaptığı çözümlemeler okuyucunun zihnini açıyor. Açıkçası benim için çok faydalı ve önemli kazanımlara neden oldu bu kitap.
Ülkede en az iki yüz yıldır devam eden bir modernleşme süreci ve en son Cumhuriyetle ortaya çıkan ve bir yüzyıla yaklaşan bir demokrasi tecrübemizin hal-i pürmelali masaya yatırılıp derinlemesine analiz ediliyor. Soruları soran ve konuyu yönlendiren Esra Elmas’ı da tebrik ediyorum.
Kitapta öne çıkan analiz ve yorumları ileride sizlerle paylaşacağım.
Ehlileşmemek, Düzleşmemek, Direnmek Yazar: Ferhat Kentel Söyleşi: Esra Elmas Hayykitap - Söyleyecek Sözü Kalanlar Dizisi - 2
Gül İrepoğlu, bir kaç yıl evvel tarihçi Mustafa Armağan ile gerek Osmanlı Tarihi gerekse İstanbul ve sanat tarihi üzerine TRT'de yaptığı söyleşi programlarından tanıdığım bir bilim insanı.
Yine birkaç yıl evvel sanat tarihçiliğini edebiyatla birleştirerek güzel bir tarihi romanı yayın hayatına kazandırmıştı. Kitap dergilerinde İrepoğlu'nun yeni kitabının çıktığını öğrendim. Bu kitapta İrepoğlu otobiyografik bir roman yazmış denilebilir.
Selim İleri, bu kitabı masal-roman olarak nitelendiriyor:'Gül İrepoğlu’nun yeni eserini çok severek okudum. Diyebilirim ki, tadı damağımda kaldı. Bir anı-roman mı, otobiyografik özellikler de taşıyan deneme-roman mı?Belki, giysiler, giyim kuşam dünyasında bir masal-roman. Evet masal-roman! Yaşamın acılarını bilen, ama o acıları güzelliklerle, estetikle yenmek isteyen bir anlatıcının kaleme getirdikleri...'
Duck Butter (2018)
-
Film iki kadının 24 saat içerinde yaşadığı haz ve tutku arayışının içinde
yüzleşmeleri de barındıran minimal bir film. sıkıcı denilebilecek
diyaloglar v...